Sunday, April 22, 2007

Küçük Bir Hollanda Gezisi

Öncelikle Amsterdam havaalanına geliyorum. Burada çoğunlukla Hollanda'nın hava yolu şirketi olan KLM uçakları mevcut.

Pasaport kontrolümü bir Afrikalı ve bir Hollandalı görevli yaptıktan sonra asyalı bir bayandan Eindhoven'a giden tren biletimi alıyorum. Trenin nereden kalkacağını bir süre anlayamayıp İngiliz bir beyden yardım istiyorum. Sonunda tren geliyor. Burada trenler hep sarı renkli, bazıları iki katlı ve genelde az insan biniyor. Oturduğum vagonda ise 3-4 kişi var. Yolculuk 1,5 saat sürecek.

İlk başlarda iş merkezlerinin toplandığı sanayi bölgelerinden geçiyor ve biraz hayal kırıklığına uğruyorum. Pek de iç açıcı görüntüleri yok bu bölgelerin.

Amsterdam'dan uzaklaştıkça daha kırsal bölgeleri görebiliyorum. Ülke oldukça yeşil, deniz seviyesinin altında olduğu için su kanalları ülkenin neredeyse tamamına yayılmış durumda. Bu kanalların arasında da geniş otlaklar var. Ve meşhuuuur Hollanda ineklerini görüyorum:)) Uzaktan gördüğüm kadarıyla çok iri değillerdi. Bizim ineklerden bir farkları yoktu. Otlaklar da ineklerin yanı sıra koyun sürüleri ve at sürüleri de görülebiliyor zaman zaman. Atlar çok güzeller biblo gibi. Sanırım midilli cinsiydiler.


Tren ilerledikçe küçük yerleşim alanlarını görüyorum. Buralar muhtemelen Hollanda'nın köyleri... Mimari o kadar güzel ve düzenli ki insanın buralara köy demeye dili varmıyor. Evler 2-3 katlı, dik çatılı ve bahçeli, sanki bisküviden şekerden yapılmışlar. Sokaklarda çok fazla insan yok. Arabalar ise tek tük. Yollar ne kadar boş olursa olsun hiçbir arabanın hızlı gittiğini görmedim. Etrafa bakarken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum ve Hollanda'nın 5. büyük şehri olan Eindhoven'a geliyorum.


Eindhoven Hollanda'ya göre büyük İstanbul'a göre küçük ve sevimli bir şehir. Sokaklar tertemiz, evlerin mimarisi birbiriyle uyumlu. Mcdonald's ve KFC da bu düzenlemeden nasibini almış. Burada teknik üniversite (Technische Universiteit Eindhoven) olduğu için sokaklarda değişik milletlerden gençler var. Yabancı nüfus neredeyse Hollandalı nüfusu geçmiş. Ulaşım genellikle bisikletle sağlanıyor. İlk başta yaya yolu zannedip yürüdüğüm yerlerin Eindhoven'da zaman geçirdikçe bisikletlere ait olduğunu kazasız belasız bir şekilde anlıyorum.


Bisikletler için şehrin çeşitli yerlerinde park yerleri var. Sokakta gece geç saatlerde tek başınıza yürürken kapkaç, cepçilik, gasp, taciz gibi olayların başınıza gelmesi olasılığı çok çok düşük ama burada bisiklet hırsızlığı yaygın. Bunun haricinde Dünya'nın dört bir tarafından gelmiş bu kadar insan bir arada medenice yaşayabiliyorlar. Sıranızı kapmaya çalışanlar, üstünüze üstünüze yürüyenler, etrafınlarındaki tüm bayanları incelemeye çalışan erkekler, günlük streslerini tanımadıkları insanlarla kavga ederek çıkarmaya çalışanlar ve hemcinslerinin kıyafetlerini ya da fiziklerini uzun uzun süzen bayanlar yok. İnsanlar kendi hallerinde, genel olarak yüzleri gülüyor. Buraya gelmeden önce Hollanda'nın dejenere bir ülke olduğu şeklinde duyumlar almış olsam da ben Eindhoven'da böyle bir manzara görmedim. Hayat İstanbul'a göre yavaş ve sakin. Sokaklarda başıboş kedi ve köpek göremiyorsunuz. Az da olsa arada kuş sesi duyabiliyorsunuz.


Yemek kültürünü pek anlayamadım ama gözlemlediğim kadarıyla sandiviçle ve süt öğle yemeklerinin vazgeçilmezi. Hollanda peynirleri genelde kaşar peynirine benziyor. Ben yediklerimin tadını beğendim fakat beyaz peynirin tadını da aramadım değil. Yeme-içme pahalı olduğundan en uygun yer Mcdonald's. 5-6 euroya bir menü alabiliyorunuz. Menünün yanında peçete vermiyorlar ve içecek alternatifleri sınırlı sadece bol su katılmış asitli içecekler var. Hollanda'nın bana oldukça ilginç gelen başka bir yönü de musluk suyunun içiliyor olması. İçme suyuyla elimi yüzümü yıkamak, duş almak alışık olmadığım için bana büyük bir lüks gibi geldi.