Monday, May 28, 2007

Yaşasın Mayalar!!!

Bir önceki yazımda sizlere yoğurt ve kefiri evde mayalamınızı tavsiye etmiştim. Bu yazımda da hem bu yiyeceklerin yararlarını hem de yapılış yöntemlerini anlatacağım.

Öncelikle mayalama işlemini yaparken sütü ne şekilde satın alalım? Tercih sırasına göre:

  1. İneğin nasıl bakıldığına ve sağılan süte sonradan birşeyler katılmadığına güveniyorsanız sokak sütçüsünden süt alın.

  2. Cam şişede organik üretim (tercihen homojenize edilmemiş) günlük pastorize süt (Türkiye'de yok)

  3. Cam şişede (tercihen homojenize edilmemiş) günlük pastorize süt

  4. Uzun ömürlü kutu sütlerini kullanmamaya gayret ediniz.
Probiyotik ve Prebiyotikler:

Bağırsaklarımızda yaşayan yararlı mikroorganizmalara probiyotikler, bu mikroorganizmaların üremesini uyaranlara ise prebiyotikler denir. Probiyotiklerin özellikleri:
  • Sağlıklı, erişkin bir insanda vücudundaki toplam hücre sayısının 10 katı kadar sayıda yararlı mantar ve bakteri bulunur ve normal bağırsak florasını oluştururlar.
  • Bu mikroorganizmalar yiyeceklerin hazmını kolaylaştırırken bağırsak geçirgenliğini azaltarak toksik maddelerin kan dolaşımına geçmesini engellerler, çeşitli vitaminlerin (K, B12, niasin, biyotin vb) sentezini yaparlar ve vücut için zararlı mikroorganizmaları yok etmeye çalışırlar.
  • Probiyotiklerin bu işlevleri besin alerjileri, egzema, kabızlık, vücut iltahapları, böbrek taşı, bazı ishaller, kanser, depresyon gibi birçok hastalığa karşı koruyucu etki yapar.
  • Pre/Probiyotiklerden en zengin gıdalar anne sütü, yoğurt ve kefirdir.
Sadece zamanla ekşiyen bozulan süt ve süt ürünlerini kullanın, en güzeli süt ürünlerinin yapabildiklerinizi kendiniz yapın.


Yoğurt Yapımı:

Yoğurdu kendiniz mayalarken her zaman sonuçtan memnun kalmayabilirsiniz çünkü yoğurt 48-55 C arası bir sıcaklıkta mayalanır. Eğer sıcaklığı tutturmakta zorlanıyorsanız bir yoğurt makinesi alarak da rahatça yogurt yapabilirsiniz.

Mayalacağınız yoğurdun katı kıvamlı olmasını istiyorsanız, kullanacağınız sütü 10-15 dakika kadar tencerenin ağzı açık olarak kaynatabilirsiniz böylece suyunun bir kısmı uçar.

Mayalanmadan önce süt 48-55 C sıcaklığında olmalı. ( serçe parmağınızı rahtlıkla batırabildiğiniz son sıcaklık) Yaklaşık 1 lt süte bir fincan kadar yoğurt koyun ve karıştırın. Daha sonra tercihen cam bir kaba (şart değil) karışımı dökün, kabın ağzını kapatın ve kat kat örtülerle kabı iyice sarıp sarmalayın ki ısı kaybı olmasın. Kabı kıpırtdatmadan bu şeklide 7-8 saat kadar bekletin. Daha sonra oluşan yoğurdu ağzı açık bir şekilde 2 saat kadar buzdolabında bekletin.


Kefir Yapımı:

Orta Asya Türklerinin (neredeyse Hunlardan beri) geleneksel içeçeği olan kefirin sağlığa yaraları sadece söylentide kalmamış bilimsel çalışmalarla da ispatlanmıştır. Kefiri çok tüketen kafkasya halkı uzun ömürlüdür ve bu bölgede kanser vakalarına az rastlanır. Kefirin içerisinde yoğurda göre daha çok çeşit yararlı mikroorganizma bulunur.

Kefir yapımı yoğurt yapımına göre çok daha kolaydır çünkü kefir oda sıcaklığında mayalanır. Sol tarafta kefir mayasının fotoğrafını görebilirsiniz. Bu mayayı aktarlardan ya da kefir mayalayan tanıdıklarınızdan (mesela ben:)) temin edebilirsiniz. Zarar görmemeleri için kefir tanelerinin metal eşyalarla ve klorlu su ile temas etmemesine özen göstermelisiniz.

  • Oda sıcaklığındaki sütü cam bir kavonoza koyun ve içerisine 1 çorba kaşığı kadar kefir atın. Tahta bir kaşıkla iyice karıştırın. Kavonuzun ağzını kapatın.
  • Direk güneş ışığı almayan bir yere ve sıcaklığı 20-30 C tutacak şekilde kavonozu kaldırın.
  • Mayalanma yaklaşık 24-48 saat arası sürer. Mayalandığı zaman kefir taneleri kavonozun üstünde, peynir altı suyu ise altında birikir.
  • Mayalanma süresi ne kadar uzun tutulursa kefirin tadı o kadar ekşi olur ve yararı artar.
  • Mayalanma bittikten sonra kavonozdaki kefiri plastik bir süzgeçten geçirerek plastik bir kaba boşaltın. Kefir yoğurt kıvamında olduğu için süzülmesi biraz uzun sürer, daha rahat süzmek için kavonoza önceden bir miktar su ekleyip kefiri sulandırabilirsiniz.
  • Süzgecin üzerinde kalan kefir tanelerini içme suyu ile biraz yıkayıp cam bir kavonoza koyun ve tanelerin üzerini örtecek kadar üzerlerine içme suyu dökün. Ağzı kapalı bir şekilde kefir tanelerini buzdolabında saklayabilirsiniz.
İçmekte zorlanıyorsanız ilk zamanlar günde 1 çay bardağı içerek kendinizi alıştırmaya çalışın. Daha sonra miktarı yavaş yavaş arttırarak günde 250 - 1000 ml (2 - 8 bardak) kadar kefir tüketmek tavsiye edilir.

Pre/Probiyotikler ve kefir ile ilgili şu slayt gösterisini incelemenizi şiddetle tavsiye ederim. Özellikle evde kefir yapmak isteyenler mutlaka baksınlar burada yazdığımdan çok daha detaylı bilgi içeriyor.

Kaynaklar:

Beslenme Bülteni
Yogurtland


Sunday, May 27, 2007

Süt Hakkında Herşey



1) Piyasada satılan işlenmiş sütler kaç çeşittir, ne gibi işlemlerden geçerler?

Piyasadaki sütleri özelliklerine göre şu şekilde sınıflandırabiliriz:
  • Günlük Pastörize Süt
  • Uzun Ömürlü Süt (UHT)
  • Tam yağlı / Az Yağlı / Yağsız
  • Kalsiyum / Vitamin katkılı sütler
Bu sütler şu işlemlerden geçmektedirler:
  • Homojenizasyon: Sütün açıklıkları mikron ölçülerinde olan süzgeçlerden tonlarca basınşla geçirilmesidir. Böylece süt içerisinde yağ kürecikleri parçalanarak kaymak oluşumu, yani süt yağının ürünün yüzeyinde birikmesini engellenir.
  • Pastörizasyon: Sütün yüksek sıcaklıkta kısa süre ya 70-75 C ısıda 15 sn, ya da yaklaşık 90 C ısıda 1 sn bekletilmesi usulü ile uygulanan bir işlemdir. Pastörizasyon sonunda sütte hiçbir enzim kalıntısına rastlanmaması şartı aranmaktadır.
  • UHT (Ultra High Temperature): 135- 150 C'de 2-4 sn. tutularak sütün bozulmasına neden olan ve hastalık yapan etkenlerin tümünün imha edilmesi işlemi.
2) İnek sütü iyi bir besin kaynağı mıdır?

İşlenmiş süt bizim için iyi bir besin kaynağı değildir. Sütün yetişkinler tarafından sindirimi zordur çünkü süt şekeri olan laktozu sindirmemiz için gereken enzim laktaz yetişkinlerde çok az miktarda bulunur. Bu laktaz enzimi çiğ sütün içinde doğal olarak bulunurken pastörizasyon işlemi bu enzimi yok eder. Sütü çiğ olarak içseydik daha kolay sindirecektik. Aynı şekilde vücutta kalsiyum emilimini arttıran ve sütte doğal olarak bulunan fosfataz enzimi de ısıl işlem ile parçalanır. Isıl işlem ile C ve B12 vitaminleri de büyük oranda yok olurlar.

Aynı miktar inek sütünde anne sütüne göre daha fazla kalsiyum vardır fakat anne sütüden bebeğin vücuduna daha fazla kalsiyum geçer. Bunun sebebi sütün yapısında bulunan fosfor maddesidir. Kalsiyum ve fosfor midede birleşerek kalsiyum fosfat maddesini oluşturur ve birleşen Ca'un emilimi sekteye uğrar. İnek sütünde Ca/P oranı 1:1'dir. İyi bir Ca emilimi içinse bu oranın anne sütündeki gibi 2:1 ya da daha fazla olması gerekmektedirdir. Birçok kuru yemiş ve yeşil yapraklı sebze inek sütünden daha iyi Ca kaynaklarıdır.

Çiğ sütün içinde vücudumuz için yararlı olan ve bağırsaklarımızda yaşayan bakteriler bulunur. Bu bakteriler besinlerin sindirimi sırasında zararlı toksik maddelerin kana karışmasını engellemekte rol alırken bir yandan da çeşitli vitaminler sentezlerler. Bu bakteriler de ısıl işlem ile yok olurlar.

3) İşlenmiş sütün zararları var mıdır?

Homojenizasyon işleminde aşırı derecede küçültülmüş yağ parçacıkları normalden daha hızlı bir şekilde sindirilirler. Bu yağ moleküllerinin yapıları bozuk olduğundan vücut tarafından yabancı madde olarak algılanabilir ve bu durumda bağışıklık sistemi aşırı derecede uyarılır. Aşırı uyarılmış bağışıklık sistemi bir takım alerjiler ve MS gibi oto-immün hastalıklarının oluşma olasılığını arttırır.

Büyük süt çiftliklerinde inekler güneşten uzak, hareket imkanı kısıtlı ortamlarda ucuz besinlerle beslenebilmektedirler. Sağlıksız koşullarda bulunan hayvanların hastalanmaması için antibiyotik, hızlı büyümeleri ve süt vermelerinin devamı için de çeşitli hormonlar uygulanabilir. (İnekler her zaman süt vermez, her memeli gibi doğum yaptıktan sonra süt verirler.) Bu hormonların en tehlikelisi rbGH isimli büyüme hormonudur. Bu hormon ABD ve Türkiye'de serbest olup Avrupa ülkelerinde yasaktır. Avrupa ABD'den et ve süt ithalatını yasaklamıştır çünkü bu hormon kanser riskini arttırmaktadır. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için buraya tıklayınız.

4) Sütü ne şekilde tüketmeliyiz?

  • İnek sütünün iyi bir kalsiyum kaynağı olup, kemiklerinizi güçlendirdiği fikrinden vazgeçin. Dereotu, roka gibi yeşil yapraklı sebzeler çok daha iyi bir kalsiyum kaynağıdır.
  • Sadece çok kalsiyum almak kemiklerin iyi olacağını garanti etmez. Bu konuda yapılan reklamlara aldanmayın.
  • Süt yerine mayalanmış süt ürünlerini tercih edin. Mayalanmış süt ürünlerinde yaralı bakteriler ürer ve süt şekerini sindirirler. Bizim için yoğurt, kefir, peynir gibi ürünlerin sindirimi süte göre çok daha kolaydır ve yararlı bakteriler de sindirim sistemimiz için gereklidir.
  • Mayalanmış süt ürünleri mümkün olduğu kadar kendiniz yapın. Piyasadakiler hiç de güvenilir değil.
Bir sonraki yazımda kefir ve yoğurt yapımından bahsedeceğim.

Kaynaklar:

Beslenme bülteni
Süt ürünleri

Monday, May 21, 2007

Sağlığa Genel Bakış

Merhaba Arkadaşlar,

İlk yazıma başlıyorum. Yazılarımda çeşitli kaynaklardan edindiğim bilgileri özetleyeceğim. Daha detaylı bilgi edinmek isteyenler içinse adresleri yazının alt kısmına kopyalacağım. Bu yazımda ise herhangi bir alıntı yok. Genel görüşlerimi yazıyorum.

Gelelim konumuza... Günümüzde delicesine herşeyin hijyenik, mikropsuz ve temiz olması gerektiği konusunda bir inanç var. Yediğimiz elmada kurt olmasın, evde böcek gezmesin, içtiğimiz süt süper hijyenik olsun vesaire. Fakat şöyle bir de gerçek var ki biz de canlı hücrelerin birleşimden oluşuyoruz ve içlerinde hiçbir canlı organizmanın yaşayamadığı bir yiyeceği yediğimizde, kozmetik bir maddeyi kullandığımızda ya da ellerimizi "anti-bakteriyel" şeylerle temizlediğimizde bizim canlı dokularımız da o ilaçlı elmaların üzerinde yaşam mücadelesi veren kurtların durumuna düşüyorlar.

Çağımızda beslenme, sağlık, güzellik ve temizlik endüstrileri insan sağlığını düşünmekten çok para kazanma amaçlı ürünler çıkararak pazarlıyor. Örneğin yediğimiz yiyeceklere katkı maddeleri katılmazsa bu yiyecekler kısa sürede bayatlar, raf ömrü kısalır. Ucuz kimyasal katkı maddeleri de besin endüstrisi için mükemmeldir. Hem yiyecek 2-3 sene dayanır, çürümez (içinde mikro organizma üreyemez), hem de ucuza mal olur. Böylece birileri paralarına para katarlar. Kozmetiklerse ayrı bir dünya. Elimize bir kozmetiği alıp arkasını okuduğunuzda içindekiler kısmında yazanlardan çoğunu anlamayız. Ama şurası kesindir ki onların çoğu bizim yiyebileceğimiz doğal şeyler değildir. Ben derim ki ağız yoluyla yiyemeyeceğiniz bir kremi vücudunuza sürmeyin. Çünkü cildinize sürdüğünüz şey deriniz tarafından emilir ve hücreleriniz tarafından kullanılır. Yüzünüze sürdüğünüz kremi bir şekilde yemiş olursunuz.

Bu tip konularda ülkemizde henüz pek bilinç yok. Tadı güzel, cildim daha güzel, saçım daha parlak diye alıp kullanıyoruz ama içindekiler kısmını umursamıyoruz. Bu kullandığımız maddelerin mutlaka zararsız olduklarını, zararsız olmasalar zaten piyasada satılamayacaklarını, hatta hatta denetimden falan geçtiklerini zannediyoruz. Reklamlar ve gizli reklam niteliği taşıyan gazete haberleri de bu konularda bizi uyutmaya devam ediyorlar. Kronik alerjiler, sinüzit, kepek, cilt bozuklukları, astım, depresyon, kabızlık, kemik erimesi, hormonal bozukluklar, kısırlık, kanser ve daha niceleri. Bugün görülme sıklığı artmakta olan pek çok hastalığın birincil sebebi farkında olmadan tükettiğimiz kimyasallardır. Gazetelerde yazdığı gibi hareketsiz yaşam ve stress faktörleri ise aslında ikincil sebeplerdir. Bu kozmetiklerde kullanılan kimyasallar ülkemizde ve ABD'de (bu kısım senin için Başak:)) denetimden geçmezler. Tarım ve hayvancılıkta da hormon ve zararlı kimyasal kullanımına Türkiye ve ABD'de büyük oranda izin verilmektedir.

Thursday, May 17, 2007

Sağlık Konulu Yazılar Zamanı

Merhaba herkese,

Pikniğe gittiğimizde de bahsetmiştim, 2-3 hafta boyunca blogumda sağlık konulu yazılar yayınlayacağım. Sizi anlattıklarımla şok edeceğim, hazır olun:)) Yazıları 3-4 gün ara ile yayınlamayı düşünüyorum. Değineceğim konular da şöyle:
  • Gıda Üretimi
  • Süt ve süt ürünleri
  • Şeker
  • Yağlar (üretimleri, vücuda etkileri)
  • Manyetik alanlar (cep telefonu, bilg. etkileri)
  • Kanser, MS, osteoporoz
  • Uyku düzeni
  • Sağlık sektörünün ticarete dönüşümü
  • Kadın sağlığı

Eğer bahsetmemi istediğiniz başka sağlıkla ilgili konular varsa comment kısmına belirtirseniz onlardan da elimden geldiği kadar bahsetmeye çalışırım. Ayrıca bu konuda bilgilerini aktarmak ve yazı yazmak isteyen olursa yazılarını seve seve blogumda yayınlarım.

Monday, May 14, 2007

Sarıyer Böreği Hmmm...


Bu lezzetli böreğin yanında iyi gidenler:

1) Sahil kenarında bir çay bahçesi
2) Ayran Soda karışımı (1 bardağın 3/4 'üne ayran 1/4'üne soda konarak yapılır, sıcak günlerde çok iyi gider)
3) Çay
4) Tavla
5) Gazete, dergi, kitap
6) Fotoğraf makinesi
7) Etraftaki çocuklar
8) Yediklerinize ortak olan kediler
9) Ve en güzeli de sevdikleriniz:)

Wednesday, May 9, 2007

Din adamlarına sorup şikâyetten vazgeçtiler

Sabah gazetesinden bir haber...

http://www.sabah.com.tr/haber,818840E4720F48E383CDAA329F84DCC4.html

Din adamlarına sorup şikâyetten vazgeçtiler

Kapağı açık bırakılan rögara düşüp ölen Dilara Dumrul'un (5) ailesinin şikâyetinden vazgeçmesi ve tutuklu 2 sanığın tahliye edilmesi tartışılırken, Cevahir Alışveriş Merkezi'nin 4'üncü katından düşerek can veren 3 yaşındaki Ayşe Nur Özbaş'ın ailesinin de şikâyetçi olmadığı ortaya çıktı. Din adamlarına danışan Özbaş Ailesi, şikâyetlerinden vazgeçme kararını, "Kızımız öteki dünyada azap çeker" diye açıkladı. Geçtiğimiz yıl aralık ayında yaşanan feci olayda annesi Emine Özbaş ile Cevahir Alışveriş Merkezi'ne giden Ayşe Nur, merdiven ile balkon arasında bırakılan 15 santimlik boşluktan 4 kat aşağı düşmüş ve tüm çabalara rağmen de kurtarılamamıştı.

HER AKŞAM EVDE AĞLIYORUZ
Talihsiz çocuk, Samsun'un Derme ilçesi Kazım Karabekir Paşa Köyü'nde toprağa verilirken, olayla ilgili soruşturma başlatan Şişli Cumhuriyet Savcılığı aileye 20 gün sonra bir tebligat göndermişti. Tebligatı alır almaz Şişli Adliyesi'ne giden baba İbrahim Özbaş'ın, soruşturmayı yürüten savcılığa şikâyetçi olmadığına ilişkin bir dilekçe verdiği ortaya çıktı. SABAH muhabirinin ulaştığı baba İbrahim Özbaş, olayın ardından Cevahir Alışveriş Merkezi Yönetim Kurulu üyesi Aydoğan Cevahir'in, "Burası sirk değil" sözleri üzerine şikâyetçi olmak istediğini, ancak bunun sonradan bir yanlış anlaşılma olduğunu öğrendiğini anlatarak şöyle devam etti: "Babamla birlikte din adamlarına danıştık. 'Çocuğun yaşı çok küçük. Dava sürecinde ruhu incinir. Öteki dünyada azap çeker' dediler. Ben çocuğumla öteki dünyada buluşma hayali kurduğumdan, şikâyetten vazgeçtim."

BEN DE EVLAT KAYBETTİM
Bir tekstil atölyesinde çalışan İbrahim Özbaş, acılarının çok taze olduğunu belirterek, "Her akşam eve gittiğimde eşimle gözyaşı döküyoruz. Ne çektiğimizi bir biz biliriz bir de Allah" diye konuştu. Olayın ardından Cevahir yetkililerinin kendileriyle çok ilgilendiklerini anlatan Özbaş şöyle dedi: "İbrahim Cevahir, 'Ben de evlat kaybettim, acısını iyi bilirim. Beni bir ağabey olarak kabul et' dedi. İki kez evime ziyarete geldi. Karşılıklı konuştuk ve birbirimizi çok iyi anladık. Ziyaretime gelmeden önce savcılığa şikâyetçi olmadığımı bildirmiştim.

Gerçektende Oturup Ciddi Ciddi Düşünmek Lazım

Arif'in bloguna yorum yazan Nourhan Ayazov şöyle demişti:

"Artik kimin Atatürkçü kimin laik oldugu belli degil.

Demokrat geçinip de TSK kükreyince esas durusa geçenlere sasiyorum.
Darbeler ülkemize çok hasar verdi. En azindan su yaziyi okuyun derim :

http://www.derindusunce.org/2007/04/25/onun-adi-asker-cani-neler-ister/

sevgiler"

Ben de bu yazıyı okudum ve sitedeki diğer yazılara da baktım ilgimi çeken iki tanesini buraya koyuyorum. Yorumlarıyla beraber okumanızı tavsiye ederim.
- ŞERİAT KORKUSU

http://www.derindusunce.org/2007/05/05/seriat-korkusu/

- GEREK ve YETER ŞART

http://www.derindusunce.org/2007/01/13/gerek-ve-yeter-sart/

Bu derin düşünce grubunun ilkeleri:

1. Grubumuzun herhangi bir siyasi örgüt ya da ideolojik kurumla ilişkisi bulunmamaktadır.

2. Bölücü değil birleştirici, yıkıcı değil yapıcı, bozucu degil iyileştirici niyetlerle hareket edilmektedir. Türkiye’nin Türkiye olarak ve kalarak daha iyi bir noktaya gelmesinin hayali kurulmaktadır.

3. Yazılar üzerine yapılan yorumların sitede yer alması, bunların Derin Düşünce Grubu tarafından benimsendiği ve desteklendiği anlamına kesinlikle gelmez. Aksine, farklı ve karşıt görüşleri ifade eden yorumlar da kabul edilmektedir.

4. Şiddete övgü, ırkçılık, dinler ve mezhepler arası kini teşvik, hakaret, ahlakdışı yorumlar vb. ifade özgürlügünün dışına çikar. Bunları içeren yorumlar ve saldırgan, düzeysiz veya konuyla ilgisiz yorumlar reddedilecektir.

Tuesday, May 8, 2007

Hoşuma Gitti

http://82.165.237.43/portal/DesktopDefault.aspx?pId=225&TabId=1207

Yukarıda adresini verdiğim sitede şöyle şiir gördüm ve çok hoşuma gitti. Şiiri site sahibi mi yazmış yoksa bir yerden mi almış bilemiyorum. Böyle sade ve açık anlatımları seviyorum.

Güneşe bakarsın.

Uzaklarda bir yıldız.


Ağaca bakarsın.

Yakmaya yarar dersin.


Suya bakarsın.

Aklına ıslanmak gelir.


Çiceğe bakarsın.

Doğanın müsrifliği sanırsın.


Kadına bakarsın.

Sadece cinsellik görürsün.


Çünkü sende aşk yoktur.


Tuesday, May 1, 2007

Lavanta, Papatya ve Gevşeme

Merhabalar, çoğunuzun bildiği gibi bu aralar doğal bitkisel malzemelerden krem, şampuan, deodorant gibi şeyler yapmaya merak salmış durumdayım. Zeynep'in isteği üzerine bu konuda edindiğim bilgileri blogumda ara ara sizlerle paylaşacağım. Şimdi biraz dinlenmek, rahatlamak ya da uykuya dalmak için yapılabilecek birkaç basit yöntemden bahsedeceğim.

1) Havalandırma: Yatacağınız odanın iyi havalandırılmış ve biraz serin olması uykuya dalmayı kolaylaştırır. Yatmadan bir saat önce pencerenizi açarak işe başlayabilirsiniz.

2) Lavantalı Ayak Banyosu: Ayaklarımız belki de gün içinde en çok yorulan ve en az özen gösterdiğimiz uzvumuz. Ayaklara yapılan bir işlem genellikle bütün bedeni etkiler. Rahatlatıcı bir ayak banyosu da bütün vücudunuzda rahatlama hissi uyandırır.
  • Bir leğene ayaklarınızın dayanabileceği ölçüde sıcak su doldurun.
  • İçinde 4-5 damla uçucu lavanta yağı ekleyin. Lavanta kokusu ve dokusu bakımından insanı gevşetici özelliktedir. Ayrıca mikrop ölüdürücü etkisi de vardır.
  • Tabanlarınız sertleşmişse yumuşatması için suya 1 çorba kaşığı kadar zeytin yağı da ekleyebilirsiniz.
  • Bu suda ayaklarınızı 15 dakika kadar bekletin daha sonra ponza taşı ile ayaklarınızı ovarak ölü deriyi hafifçe soyun.
  • Ayaklarınızı durulayın ve iyice kremleyin.
  • Bu işlemden sonra bir patik ya da yeni ütülenmiş sıcak bir çorap giymek kremin emilmesini hızlandırır ve ayak derisini yumuşatır.
3) Papatya Çayı Seramonisi: Papatya çayı da yine lavanta gibi uyku getirici ve rahatlatıcıdır. Bu çaya tat vermesi için bir miktar tarçın da ekleyebilirsiniz.

- Bir bardaktan biraz fazla miktarda suyu kaynatın.
- Kaynayan suya 2-3 çay kaşığı kurutulmuş papatya atın.
- 2-3 dakika daha kaynatıp ateşten alın ve çayı bir bardağa süzün


4) Karından Nefes Alma:
Çayınızı içtikten sonra uzanın ve ayaklarınızı bedeninizden15-20 cm kadar yüksek bir yere koyarak bir süre dinlenin. Bu süre içinde karınınızdan yavaşça nefes alıp verin. Nefesi burnunuzla alıp ağız yoluyla verin. Her nefes alışınızda karnınızın tam olarak şiştiğini hissedin.

Not: Çok sık aynı bitki çayını içmek vücut için zararlı olabilir çünkü bu bitkilerdeki maddeler vücutta birikim yapabilirler. Doğadaki herşey hem şifa hem de zehirdir, önemli olan hangi dozda kullandığımızdır. Papatya çayı için ben böyle bir şey duymadım ama siz yine de günde 1 taneden fazla içmeyin derim. Arada sırada papatya yerine ıhlamuru da deneyebilirsiniz. Tek bir bitki çayından sürekli içmek yerine değişik değişik bitki çayları içmek daha yararlıdır.

Sunday, April 22, 2007

Küçük Bir Hollanda Gezisi

Öncelikle Amsterdam havaalanına geliyorum. Burada çoğunlukla Hollanda'nın hava yolu şirketi olan KLM uçakları mevcut.

Pasaport kontrolümü bir Afrikalı ve bir Hollandalı görevli yaptıktan sonra asyalı bir bayandan Eindhoven'a giden tren biletimi alıyorum. Trenin nereden kalkacağını bir süre anlayamayıp İngiliz bir beyden yardım istiyorum. Sonunda tren geliyor. Burada trenler hep sarı renkli, bazıları iki katlı ve genelde az insan biniyor. Oturduğum vagonda ise 3-4 kişi var. Yolculuk 1,5 saat sürecek.

İlk başlarda iş merkezlerinin toplandığı sanayi bölgelerinden geçiyor ve biraz hayal kırıklığına uğruyorum. Pek de iç açıcı görüntüleri yok bu bölgelerin.

Amsterdam'dan uzaklaştıkça daha kırsal bölgeleri görebiliyorum. Ülke oldukça yeşil, deniz seviyesinin altında olduğu için su kanalları ülkenin neredeyse tamamına yayılmış durumda. Bu kanalların arasında da geniş otlaklar var. Ve meşhuuuur Hollanda ineklerini görüyorum:)) Uzaktan gördüğüm kadarıyla çok iri değillerdi. Bizim ineklerden bir farkları yoktu. Otlaklar da ineklerin yanı sıra koyun sürüleri ve at sürüleri de görülebiliyor zaman zaman. Atlar çok güzeller biblo gibi. Sanırım midilli cinsiydiler.


Tren ilerledikçe küçük yerleşim alanlarını görüyorum. Buralar muhtemelen Hollanda'nın köyleri... Mimari o kadar güzel ve düzenli ki insanın buralara köy demeye dili varmıyor. Evler 2-3 katlı, dik çatılı ve bahçeli, sanki bisküviden şekerden yapılmışlar. Sokaklarda çok fazla insan yok. Arabalar ise tek tük. Yollar ne kadar boş olursa olsun hiçbir arabanın hızlı gittiğini görmedim. Etrafa bakarken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum ve Hollanda'nın 5. büyük şehri olan Eindhoven'a geliyorum.


Eindhoven Hollanda'ya göre büyük İstanbul'a göre küçük ve sevimli bir şehir. Sokaklar tertemiz, evlerin mimarisi birbiriyle uyumlu. Mcdonald's ve KFC da bu düzenlemeden nasibini almış. Burada teknik üniversite (Technische Universiteit Eindhoven) olduğu için sokaklarda değişik milletlerden gençler var. Yabancı nüfus neredeyse Hollandalı nüfusu geçmiş. Ulaşım genellikle bisikletle sağlanıyor. İlk başta yaya yolu zannedip yürüdüğüm yerlerin Eindhoven'da zaman geçirdikçe bisikletlere ait olduğunu kazasız belasız bir şekilde anlıyorum.


Bisikletler için şehrin çeşitli yerlerinde park yerleri var. Sokakta gece geç saatlerde tek başınıza yürürken kapkaç, cepçilik, gasp, taciz gibi olayların başınıza gelmesi olasılığı çok çok düşük ama burada bisiklet hırsızlığı yaygın. Bunun haricinde Dünya'nın dört bir tarafından gelmiş bu kadar insan bir arada medenice yaşayabiliyorlar. Sıranızı kapmaya çalışanlar, üstünüze üstünüze yürüyenler, etrafınlarındaki tüm bayanları incelemeye çalışan erkekler, günlük streslerini tanımadıkları insanlarla kavga ederek çıkarmaya çalışanlar ve hemcinslerinin kıyafetlerini ya da fiziklerini uzun uzun süzen bayanlar yok. İnsanlar kendi hallerinde, genel olarak yüzleri gülüyor. Buraya gelmeden önce Hollanda'nın dejenere bir ülke olduğu şeklinde duyumlar almış olsam da ben Eindhoven'da böyle bir manzara görmedim. Hayat İstanbul'a göre yavaş ve sakin. Sokaklarda başıboş kedi ve köpek göremiyorsunuz. Az da olsa arada kuş sesi duyabiliyorsunuz.


Yemek kültürünü pek anlayamadım ama gözlemlediğim kadarıyla sandiviçle ve süt öğle yemeklerinin vazgeçilmezi. Hollanda peynirleri genelde kaşar peynirine benziyor. Ben yediklerimin tadını beğendim fakat beyaz peynirin tadını da aramadım değil. Yeme-içme pahalı olduğundan en uygun yer Mcdonald's. 5-6 euroya bir menü alabiliyorunuz. Menünün yanında peçete vermiyorlar ve içecek alternatifleri sınırlı sadece bol su katılmış asitli içecekler var. Hollanda'nın bana oldukça ilginç gelen başka bir yönü de musluk suyunun içiliyor olması. İçme suyuyla elimi yüzümü yıkamak, duş almak alışık olmadığım için bana büyük bir lüks gibi geldi.